Ana Sayfa
YANILMA VE GÖRÜŞ DEĞİŞİKLİĞİ:
Bilindiği üzere 563 Sıra Numaralı VUK Genel Tebliği ile Enflasyon Düzeltmesi ‘nde meydana gelen değişiklikler neticesi mali ekosisteminde dalgalanmalara sebep olmuştur.
Neydi Tebliğin özeti hatırlayalım: Cirosu 50 Milyon altındaki işletmelere Enflasyon Düzeltmesi Gelir veya Kurumlar Vergisi Beyannamesi ile beraber yılda bir kez, diğer yanda yine ifade edilen limit üstündeki işletmeler de zorunlu olarak Geçici Vergi Dönemlerini de kapsayacak şekilde enflasyon düzeltmek zorundadırlar.
İhtilaflı olan birçok konunun da var olması bir yana, aşağıda Tebliğin 4-(3) Maddesi umarım dikkatinizi çekmiştir.
(3) Bu madde kapsamındaki mükelleflerin, ikinci geçici vergi dönemine ilişkin beyannamelerini, ikinci fıkrada belirtilen esaslar dâhilinde, enflasyon düzeltmesi öncesi oluşan kar veya zarara göre geçici vergi matrahlarını düzelterek vermeleri gerekmektedir. Düzeltme işlemlerinin beyanname verme süresi içinde yapılması durumunda herhangi bir vergi cezası veya gecikme faizi ödenmeyeceği tabiidir.
Peki, buradan yola çıkarak aşağıdaki sonuca ulaşmak mümkün müdür?
Vergi Usul Kanunu “Yanılma Ve Görüş Değişikliği:” başlığı altında yer alan Madde 369- (Değişik madde: 23/07/2010-6009 S.K/14.md.) söz konusu Tebliğ ‘in ceza-i şartını ortadan kaldırmaktadır.
Şöyle ki; “Yetkili makamların mükellefin kendisine yazı ile yanlış izahat vermiş olmaları veya bir hükmün uygulanma tarzına ilişkin bir içtihadın değişmiş olması halinde vergi cezası kesilmez ve gecikme faizi hesaplanmaz.
Bir hükmün uygulanma tarzı hususunda yetkili makamların genel tebliğ veya sirkülerde değişiklik yapmak suretiyle görüş ve kanaatini değiştirmesi halinde, oluşan yeni görüş ve kanaate ilişkin genel tebliğ veya sirküler yayımlandığı tarihten itibaren geçerli olup, geriye dönük olarak uygulanamaz. Şu kadar ki, bu hüküm yargı mercileri tarafından iptal edilen genel tebliğ ve sirküler hakkında uygulanmaz.”
Diye maddeye atıfta bulunarak, söz konusu uygulama pratiklerinden doğan konular mahkemeye taşındığı vakit olumlu ya da olumsuz karşılık bulabilirliğinden mahrum(mu)dur?
Sonuç olarak;
Anayasa ‘nın 73’üncü maddesinin üçüncü fıkrası ise; “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” şeklinde düzenlenmiştir. Yani bu gibi düzenlemeler Tebliğ ile değil Kanun ile yapılır ve vergi koyma yetkisi parlamentoya aittir.
Önemli bir konuya nokta koyarak dikkatinizi çekmek istedim.
Saygılarımla. 02.09.2024
Selahattin İpek
DEVREDEN KDV VE YMM DİASPORASI!
16 Temmuz 2024 tarihi ticari hayatımızda kâh eskiden kullanılıp kaldırılan kâh yeni terminolojilere alışmaya çalıştığımız bir milat olarak yer almıştır.
Maliye İdaresi ve meslek mensuplarını yakından ilgilendiren, kimine göre vergi reformu, kimini göre vergi uyum ve güvenliğini artırıcı 104 sayfadan oluşan teklif silsilesi TBMM ‘ne sunularak yasalaşma sürecini tamamlama yoluna girmiştir.
Taraflar arasında da uzlaşma ile kabullenileceği üzere bu teklifin en can alıcı noktalarından biri; Teklifin 20.maddesidir.
Madde 20- “3065 saylı kanunun 30 uncu maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
“f) Beş takvim yılı süresince indirim yoluyla giderilemeyen katma değer vergisi.”
Bu maddenin okuryazarlığını yapacak olursak aslında Katma Değer Vergisi(KDV) Beyannamelerinde yer alan indirilemeyen KDV veya devreden KDV ‘nin 5 takvim yılı boyunca indirilememesi neticesi Kurumlar Vergisi tespitinde gider olarak yer almasıdır. Elbette doğrudan giderleştirme söz konusu değildir. 5 yılın sonunda özel bir fon da takibi mümkün olan bu indirilemeyen KDV üç yıl içinde mükellefin talebi doğrultusunda vergi incelemesine tabi tutularak giderleştirme izni verilecektir(Kanun teklifi Madde 23). Teklif yasalaştığı takdirde, yürürlük tarihi ise 01.01.2030 ‘dur.
Demek oluyor ki, hem Yüklenilen KDV hem de İndirilemeyen KDV için bundan böyle bir mühlet söz konusudur ve bu da 5 yıldır.
Vergi incelemesi talep edilmediği takdirde kanaatimizce giderleştirilmesi mümkün olmadığı gibi, maliyet olarak da hesaplarda yer alamayacaktır. KKEG olarak firmalara bindireceği yükü düşünmek bile ödeyerek hak edilen KDV ‘den kanun yoluyla zorla vaz geçmek olur ki; ihtilaf ve tartışmaları ile Mali İdare üzerinde baskılamaya temel olacaktır. Bu yönden mahkeme edilebilir bir uygulamanın taraflarını iyi dinleyerek olura gidilmesi şarttır.
Peki, Kanun Teklifi içindeki Vergi İnceleme Raporu ‘nu kim istiyor?
Ancak, son zamanlarda Kanun Teklifi Madde 20 ile alakalı Devreden KDV düzenlemesi ve hemen 23. Maddesinde de uygulamanın nasıl olacağına dair izahatlar tartışılırken Yeminli Mali Müşavir(YMM) meslek insanlarının durumdan vazife çıkarması manidar hal almaktadır. Sebebi ise 5. Yılın sonunda indirilemeyen Devreden KDV tutarının “fon hesabına alınmadan direk olarak giderleştirilmesi ve 23. Maddede yer alan vergi inceleme şartının yerine YMM raporu ile çözüm sağlanmalıdır” yönündeki isteklerin tek taraflı olmasıdır.
Maliye, asli görevlerini tıpkı özelleştirme düzenine tabi tutarak kendinden olanlara bırakmak istiyor.
Bu durum son derece tehlikeli ve gelecekte meslek insanları arasında kaotik bir zemin hazırlayacağı gibi, yozlaşmaya da sahneler yaratacaktır. Vergi Müfettişliği vatana ve millete çok yararlı işlevleri olan bir alandır. Ne yazık ki, yeniden yapılanarak, dışarıdan etkileşime açık edilgen yapısından çıkarılmalıdır.
Mesleğin içinde ve uygulama makamında iken diğer sınav şartları, istifa ve emeklilik gibi birçok konuda etkileşimli sıkı tedbirler ile menfaat ve çıkar sahalarından uzaklaştırılmalıdırlar.
Eski amirlerinin toplandığı odalar ile mesafesiz oluşları da bu yapıya ne kadar açık olduklarının emaresidir.
Bu bile karşı tarafa orantısız ve haksız rekabet imkânı sağlayarak, menfaat ve çıkar alanları oluşturuyor.
Bu vesile ile Maliye Teşkilatında var olan vergi müfettişlerinin çoğu potansiyel olarak ya YMM ya da YMM adayı olarak rahat hazırlanmaları gerçeğinde YMM havuzuna dâhil oldukları bilinen bir vakadır. İstifa eden ve veya emekli olan daha istifa etmeden veya emekli olmadan çalışacağı yeri hazırlamasını artık sağır sultan dahi bilmektedir. Bu gibi algıların da buradan yürümesi ihtimali müesses nizamda aksilik olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Mali Kademe, gelecekteki iş potansiyelini şimdilerde bu ve benzeri vergi unsurları üzerindeki çıkarımlarla garanti altına alıyormuş gibi değil midir?
Bunun yerine devlet kademesinde vergi incelemesinin yapılması daha adil ve olumlama içermektedir.
Aksi halde mükellefin vergi inceleme raporunun ücretlendirilmesiyle oluşacak bir yükü daha taşımasına ve kendinin finanse ettiği bir tutarı tekrarlayan bir zorluk içinde hem de üzerine ödeyeceği bir tutar ile giderleştirmesi doğru bir yaklaşım olduğu izlenimini vermemektedir.
SMMM meslek mensupları vergi inceleme raporu hazırlayamaz mı?
Meslek insanlarının aklından geçebilir diye yazmadan edemeyeceğim bir başka bakış açısı da şu olabilir(Kesinlikle her iki duruma katılmadığımı ifade edeyim. Bu uygulama yani vergi incelemesi bizzat Maliye ‘nin kendi potansiyel gücü ile hal yoluna konulmalıdır.):
Defter tutmaya muktedir olan 3568 sayılı Yasa ile görevlendirilen sadece Serbest Muhasebeci Mali Müşavir(SMMM) meslek mensupları kayıtlama yaptıkları defterin gerekirse raporunu tutabilirler. Mali İdare bu raporların alınacağı internet ortamında bölüm oluşturarak, boşuna bir yapılanmaya gerek duymadan sorunu çözme yoluna gidebilir. İlla ki bir edim karşılığı olacaksa nemalanan hem SMMM hem de YMM olabilir.
Her iki mali müşavir unvanı da cezai şart hâsıl olduğunda gereken savunmayı yapabileceklerine göre; hep angarya üstlenen mali müşavir bu defa bu uygulamadan fayda sağlayabilir.
SMMM ve YMM tarafından bu raporun hazırlanması mümkün değil midir?
Saygılarımla. 22.07.2024
Selahattin İpek
Enflasyonun Vergiye Etkisi ve 2024 Yolculuğu!
Enflasyon rakamları her ayın 3 ‘ünde olduğu gibi Haziran 2024 dönemine ait olmak üzere Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından, Aylık bazda TÜFE yüzde 1,64, Yİ-ÜFE yüzde 1,38 artış gösterdi olarak açıklandı.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre, yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında, yüzde 71,6, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 50,09 olarak gerçekleşti.
Bunun üzerine çok değerli meslek mensupları 2024 yılı 2. Geçici Vergi döneminde yapılacak enflasyon düzeltmesinde uygulanılacak katsayılar hakkında açıklamada bulundular.
Buna göre Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi(Yi-Üfe) değerleri taşıma katsayısı, 1,19493 olarak uygulanacak olup; stokları Basit Ortalama ile düzeltmek isteyen firmalar için düzeltme kat sayısı 1,03421 olarak tercih edilerek uygulanacaktır.
Söz konusu Enflasyon Düzeltme uygulaması, uzun bir aradan sonra 2023 yılsonu verilerine uygulanmak üzere yoğun bir hazırlık dönemine girmemize vesile oldu. Meslek mensuplarını sıkıntılı hale sokan bu durum neyse ki, 01-03/2024 Geçici Vergi döneminde ertelenerek, Gelir Tablosu ile birlikte verilmesi gereken Bilanço eklere dahil edilmeyerek yer almamıştır. Bu durum geçici rahatlık(!) oluşmasına vesile olmuş ve enflasyon düzeltmesinin yılda bir kez yapılabileceğine dair umutları artırmıştır.
04-06/2024 Geçici Vergi döneminde Enflasyon Düzeltmesi yapılacak mı yapılmayacak mı?
Bu hususta henüz bir açıklama mevcut değildir.
Öteleme durumu belirsizliğini korurken, bu düzeltme işlemini yapacak olan meslek insanları beklentilerini senede bir yapılması şeklinde yüksek tutarak zamanda yolculuk yapmaktadır. Herhangi bir düzenleme yapılmazsa, önümüzdeki yani 2024 yılı ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemlerinde, enflasyon düzeltmesi yapılacak ve geçici vergi beyannamelerine düzeltilmiş bilançolar eklenecektir. Bunun anlamı yılda dört Bilanço ekte verilecek olmasıdır. Bilançonun, Vergi Usul Kanunu 192 nci Maddesinde ne zaman verileceği net olarak yazmasına rağmen, Mali İdarenin bu konuda muhalefet ısrarından vazgeçmesini umuyoruz.
Öyle ki meslek camiası, odalar ve birlik yoluyla hatta Sivil Toplum Kuruluşları aracılığıyla Mali İdare ‘ye girişimlerde bulunarak enflasyon düzeltmesi uygulamasının yılda bir kez yapılması beklentilerini daha da hassas noktada tutarak, gerçekleştirmek gayretindeler. Beklenen Enflasyon Düzeltmesi uygulamasının zaman bakımından hayali sükuta uğramamasıdır.
Peki, enflasyon düzeltmesiyle alakalı erteleme, öteleme, altı ayda bir veya senede bir yapılması senaryoları gerçekleşmezse ne olacak?
Elbette normal zamanında Geçici Vergi ekinde verilmesi gerekirse ilgili bilançoların da hazırlık çalışmaları yapılarak uygulamaya devam edilecektir. Bu defa parasal olmayan kalemler 01.01.2024 tarihinden başlayarak düzeltilmiş değerleri üzerinden dikkate alınacaklarından(2023), düzeltme işleminden sonra oluşacak enflasyon düzeltme farkları gelir tablosu ile ilişkilendirilerek vergi matrahını ve hesaplanacak vergiyi doğrudan etkileyecektir.
Enflasyon Düzeltmesi firmalarda her halükarda kelebek etkisi yaratarak finansal dar boğazın sebebi olacaktır. Eminiz. Bu durum firmalar üzerindeki finansla yükünün azaltılması açısından nasıl bir vergi planlaması yapması gerektiğine haklı temel oluşturacaktır. O halde enflasyona düzeltmesi yapacak işletmelerin aktifinde var olan stokları üzerinde de yapıcı düzenlemelere gitmesi muhakkaktır. Var olan stoklarını spot anlamda elden çıkarmak için yollar arayacaktır.
Neden?
a)Bildiğiniz üzere enflasyon düzeltmesine tabi tutulan stokların, dönem karını artırıcı etkisi vardır. Tam da bu yüzden vergi yapılanmasına gidecek firmalar stoklarını en kısa zaman aralığında satarak, küçülme yoluna gidecek ve vergi matrahlarını düşük tutmak isteyeceklerdir.
b)Bir diğer yapılanmaya bakalım. Yine bilinen o ki, stokların enflasyon düzeltmesi sonucu oluşan maliyet değerleri ile satışa konu edilmesi dönem karını azaltıcı etkisi olacaktır.
Dolayısıyla enflasyon düzeltmesi doğru ve işin ehilleriyle takip edilerek itina ile yapılmalıdır. Firmanın reel verilerini iyi analiz ederek geleceği ön görenler doğru bir yapılanma ile düzeltmenin vergisel etkisini işletmelerin yapısına göre uyarlayabilirler. Enflasyon düzeltmesinin vergisel etkisi işletmelerin yapısına göre farklılık gösterecektir. Öyleyse düzeltmenin sonucunun, uygun ve kabul edilebilir olması lazım.
Bu sonuca göre, bazı işletmelerde daha az vergi ödenebileceği gibi, bazılarında ise daha fazla vergi ödenebilir.
Asıl sorum şu:
Mali İdare bu zamanlarda ortalama enflasyon rakamlarını TÜİK verilerine göre yaklaşık olarak 71.6 yüzdesinde kabul ederken, sene sonunda koyduğu hedef yüzde 36 seviyesinde değil midir?
Evet. Dediğinizi duyar gibiyim.
Dolayısıyla enflasyon, vergi sistemimizdeki yanlış yapılanmaya yüz tutmuş haliyle vatandaş ve mükellef arasında alım gücünün çok fazla düşmesiyle eser nitelikte olması gereken kar oranına bağlı olarak hızlı tepkiye sebep olmuş ve infial yaratmıştır.
O vakit ekonomiden az da olsa anlayan bir mükellef, çektiği sıkıntıların da üzerinde bir kambur olmasıyla birlikte Mali İdare ‘ye sormaz mı?
—Yüksek enflasyon ile toplamış bulunduğun olası yüksek vergiyi sene sonunda haliyle yine öngörülebilir şekilde düşük enflasyondan alıyorsunuz. Yüksek aldığınız verginin acı reçetesi ise, beyan döneminden sonra firmalarımıza iade pratiği ile dönecektir.
Firmanın finans kaynağına vergi yoluyla el koyarken bu defa iadesinde çeşitli zorluklar ve orantısız güç ile iadesine mani olmak(!) enflasyon illetinin vergiye etkisini devlet zoruyla tescillemek demek değil midir?
Birçok firma bu defa yılsonu tahmin edilen düşük enflasyon münasebetiyle vergi iadelerine başvurarak, fazladan yatırdıkları vergiyi geri alma peşine düşeceklerdir. Söz konusu bu durum önümüzdeki yakın gelecekte yüksek olasılık dâhilindeyse; “enflasyon düzeltmesinin” senede bir yapılarak ekonomik krizde olan firmalara aşırı yük bindirmemesi yerinde olacaktır.
Enflasyon Düzeltme işlemleri henüz esas alınan 2024 yılına ait vergilemeyi etkileyerek firmaların finans açsından yapılanmasına hazır değil. Ancak bilançolarda düzeltilen parasal olmayan kalemler erteleme olmadığı takdirde 2024 ve sonraki yıllarda dikkate alınacak düzeltilmiş değerleri üzerinden, hesaplanacak vergiye etki edecektir. Son zamanlarda vergi uyumu ve verginin güvenliği ile yine verginin artırılması hususunda yeni adımlar atılması gri bölge olarak bilinen alanın boş bırakılamayacağını ifade eder.
Bu vesile ile sene sonu verilecek Gelir ve Kurumlar Beyannameleri ile zamanında iadelerini alamayacak firmaların hem finans hem de finans kaynaklarına karşı rasyolarını bozmamak memleket meselesi gibi muameleye tabi tutulmalıdır.
Vergiye uyum aynı zamanda toplumun aidiyet ve sadakatine dem vurur. Mükellefiyet alanları genişleyerek, kayıt altına alınanların adil ve eşitlikçi vergicilik algısının Anayasanın 73.üncü maddesine uygunluğu gözetilmelidir.
Kamuoyu kaynaklarını sömüren kayıt altına alınamamış kazanç sahiplerinin hercailiğine son vermek için gereken kudret, Devlet İdaresinde mevcuttur.
Yeter ki, istek ve azim içinde olalım.
ÇOK ÖNEMLİ NOT: Mali İdare ile uygulayıcılar arasında zımni bir inatlaşmanın varlığı(!) kanaatimizce gözden kaçmıyor. 3568 sayılı Meslek Kanunu ile yetki alanların yok sayıldığı ve odalar ile üst birliğin yetkili olmasına rağmen yetkin olamadığı bu durumun en kısa zamanda halli şiddetle hasıl olmuştur.
SÜRESİNDEN SONRA E-FATURA VE E-ARŞİV FATURA DÜZENLEMENİN AĞIR SONUÇLARI
Yazıyı paylaş "SÜRESİNDEN SONRA E-FATURA VE E-ARŞİV FATURA DÜZENLEMENİN AĞIR SONUÇLARI"
Gelir İdaresi Başkanlığı(GİB) zaman damgası ile fatura üzerinde yer alan tarih arasında farklılık tespit edilmiştir….
Resim formatında vermiş olduğum bu durum ile alakalı, ne fark ettiniz?
Neyin Farkındasınız?
ÇOK ÖNEMLİ notunu düşerek yazmaya çalışacağım.
Fatura Numarası |
Fatura Tarihi |
Gerçek Düzenleme Tarihi |
IPK2023000001607 |
02.07.2023 |
16.07.2023 |
Yukarıda senaryoya gereği, Gelir İdaresi Başkanlığı(GİB) zaman damgası ile fatura üzerinde yer alan tarih arasında farklılık tespit edilmiştir.
Fatura tarihinden 7 (yedi) gün sonrası bir tarihe tekabül eden işbu fatura tespiti neticesi mükelleften 15 (onbeş) gün içerisinde bilgi istenerek, aksi halde 213 VUK’nun 353 ve mük.355’nci maddeleri gereğince özel usulsüzlük cezası kesileceği hususu tarafımızca gelen yazılardan anlaşılmaktadır.
Girişte resim olarak vermiş olduğum 213 sayılı Kanun’un 231/5. bendi gereği, Fatura, malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami yedi gün içinde düzenlenir. Bu süreler içerisinde düzenlenmeyen faturalar hiç düzenlenmemiş sayılır.
Gelir İdaresi Başkanlığı tam da kanunu uygulamaya aldığı bu anda, mükelleflere yazmış olduğu 30.05.2024 tarih ve 43225 sayılı yazı ile ters düşmekte ve bu büyük bir RİSKİN HABERCİSİ kanaati oluşturmaktadır.
O halde GİB, bu istikametten yola çıkarak gelir ve gider kayıtlarından zamanında kesilmemiş her türlü faturayı KARŞILIKLI OLARAK ALICI VE SATICI NEZDİNDE çıkarın diyebilir mi?
Söz konusu durum uygulamaya alındığı vakit Mali İdare yine karşılıklı beyanname düzeltme işlemine gidebilir mi?
Ya da mükellefleri rahatlatacak ikinci bir yazı sunması gerekecektir.
Farkında mıyız?
E-ARŞİV / E-FATURA KAYITLI KULLANICILARIN ÖZEL ENTEGRATÖR DEĞİŞİMİ
397 Sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile getirilen e-Fatura Uygulamasına, Mali Mühür Sertifika temin işlemlerini tamamlayarak dahil olan kullanıcılar; herhangi bir nedenle ÖZEL ENTEGRATÖR değiştirmek zorunda kalabilirler.
Eski Özel Entegratör ile mükellef arasında erişim imkânı kalmadığından, buraya düşen ile kestiği e-arşiv / e-faturalar nerden ve nasıl görüntülenebilecektir?
Özel Entegratör değiştirmeden evvel neler yapılması gerekiyor genel olarak bir bilinmezlik hali olmasa da değişim kararı verildikten hemen sonra taraflar arasında birtakım sıkıntılar oluşmaktadır.
Bu durumda neler yapılması gerekiyor bir bakalım:
1. Yeni özel entegratör firmanız ile anlaşma sağlamak.
- Önce geçmek istediğiniz yeni özel entegratörünüzle anlaşıp sürecinizi başlatmalı, ardından eski entegratörünüz için iptal talebinde bulunmalısınız.
- Seçeceğiniz yeni özel entegratör firma tarafından size iletilen link üzerinden firma bilgilerinizi belirtirsiniz. Firma bilgileriniz böylece özel entegratör sistemine yansımış olur.
- Bu işlemden sonra özel entegratör firmanız size ait hesap oluşturur ve size bir aktivasyon linki iletir. Bu linki daha önce oluşturduğunuz mali mührünüz (Şahıs firmaları bu işlemi e-İmza ile yapabilirler.) ile onaylayarak hesabınızı aktifleştirmiş olursunuz.
- Gelir İdaresi Başkanlığı tarafında ilerleyen süreçler ile ilgili gerekli bildirim ve işlemler ise yeni geçtiğiniz özel entegratör firması tarafından yapılır.
2. Eski özel entegratör firmanız ile anlaşmanızı sonlandırmak.
- Yukarıdaki adımları takip ederek, işlemleri bitirdikten sonra eski özel entegratör firmanıza çıkış işlemlerinizin yapılması için bilgi vermeniz gerekmektedir. Genellikle bu durum yazı ile (Dilekçe şeklinde) gerçekleştirilmektedir.
- Eski özel entegratörünüzle bağınızı(anlaşmanızı)kopardığınız tarih itibariyle GİB Portal hesabınız aktive olacaktır. (Bir başka özel entegratörle anlaşana kadar.)
- Eski özel entegratör firmanız ilgili dilekçe bilgilendirmesi neticesinde anlaşmayı sonlandırmak için iptal sürecini yürütür ve bu süreçte sizin tarafınıza düşen çıkış işlemleri için sizi yönlendirir. Bağınızı koparmadan özel entegratörünüzün hesabındaki faturalarınızı alarak arşivlemeyi unutmayınız.
- Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB), özel değişikliğinde herhangi bir dilekçe istememektedir.
Yeri gelmişken belirtmek isterim ki, sadece e-Defter uygulamasında kullandığınız yazılım firmasında bir değişiklik var ise bunu dilekçe ile GİB ’e bildirmek zorundayız.
Ancak durumunuzda farklı bir ayrıntı var ise daha netleştirebilmek için VKN ve unvanınızı belirtiniz.
3- Söz konusu bu süreç elbette devam ederken, tercih değiştirilmeye karar verildiğinin emaresi karşılıklı olarak beyan ve ifade edildikten sonra eski özel entegratöre düşen ve kestiğimiz e-belgelerin 1 ay içinde muhafaza edilmesi gerekmektedir.
Tüm bu adımları uyguladığınızda kolaylıkla özel entegratör değişikliğini gerçekleştirmiş olacaksınız.
4- Özel entegratör seçerken dikkat etmemiz gerekenler
Unutmayın; değişiklik yapmak istediğinizde dikkat etmeniz gereken en önemli nokta, verilerinizi güvenle saklayacak ve gereken yeterliliklere sahip yeni bir özel entegratör seçmektir.
Özel entegratör geçişi yaparken dikkat edilmesi gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Veri güvenliği değişip gelişerek geldiğimiz zamanımızda çok önemlidir. Mükelleflerin özellikle veri muhafaza ve ibraz yönüyle tek başlarına sorumluluklarının kendilerine ait olduğunu bilmeleri gerekmektedir. Bu yüzden, özel entegratör e-Fatura / e-Arşiv hizmeti sunma iznine sahip tüm yasal şartları yerine getirmiş olmalıdır.
Hal böyle iken yasal süresi içinde özel entegratör, talep edildiğinde verileri sunabilmelidir.
- Özel entegratörün kurumsallık seviyesi, finansal kapasitesi ve güvenilirliği de sizin için önemli bir kriter olmalıdır.
- Özel entegratör kendi eko sistemi gereği, olası bir krizi hasarsız atlatabilmeli veya en hasarsız çıkabilmek ve iş sürekliliğini sağlayabilmek için iyi bir kriz yönetim planı olmalıdır. Anlaşma yapmadan önce bu ve hizmet sunumuyla alakalı bilgi talep ederek, mümkünse bu taleplerin yapılan hizmet anlaşmasında yer almasına dikkat etmeliyiz.
- Özel entegratörün her geçen gün genişleyen e-devlet uygulamaları için çözüm üretip üretmediğini kontrol ederek, elektronik belgeler üzerindeki hakimiyeti ve gelecek projeler için alt yapısının olup olmadığına dikkat etmek gerekir.
- Bir diğer husus ise, özel entegratörün yeni nesil gelişmiş teknolojiler eşliğinde ortaya çıkan yazılımlar ile entegre olarak çalışıp / çalışmadığına bakmak önemli bir konudur.
Ayrıca özel entegratörlerin işlemlere hız katması ve kolay kullanım sağlaması için basit bir ara yüze ve 7 gün 24 saat boyunca çalışabilir bir yapıya sahip olması da gereklidir. 03.03.2024
Saygılarımla.
KDV-2 ’de Şeytanın Gör Dediği!
Pek çok sektör gözüyle baktığımız zaman, KDV2 Beyannamesinde tahakkuk eden (Tevkifatlar münasebetiyle) verginin indiriminin, ödenmesi şartı getirilmesi (3065-29/1-ç) özellikle infial yaratmıştır….
Bildiğiniz gibi, 7491 sayılı Kanun Resmî Gazete ‘de yayımlanarak uygulamaya alınmış bulunmaktadır. Kanun özellikle Türk Ticaret hayatını zora sokabilecek bir maddesi ile tartışmalı hale gelerek, kanaatimce mevzuat teoriğinde kanuni ve fakat pratikte yani ticaret dünyasında oluşturduğu butlan ile konuşulur olmuştur.
Pek çok sektör gözüyle baktığımız zaman, KDV2 Beyannamesinde tahakkuk eden (Tevkifatlar münasebetiyle) verginin indiriminin, ödenmesi şartı getirilmesi (3065-29/1-ç) özellikle infial yaratmıştır. Demir/Çelik sektörü bu durumun en önemli örneklerinden olmakla birlikte, yapılan bu kasılma mesela ihracatçı firmalardaki fason alımları zora sokarak, faturasız işlem yapmaya itecektir. Merdiven altı fasoncuların gelişimine ve artmasına sebep olan bu durum ayrıca; 255 yan sektöre de katkısı olan inşaatçılara menfi etki yaparak şantiyelerini negatif etkileşime sokmuştur.
Dolayısıyla bazı işlerde tevkifat olayı, ticaretin alandaki var olan biçimini yani pratiğini çok da iyi ön göremeyen kanun koyucular tarafından, uygulaması ancak klinik ortamda olabilecek yok olma tehlikesine mahkûm hale getirilmiştir.
Peki, bu açıklamaya muhtaç konular nedir? Gerçekten çıkarılacak bir Sirküler ile ortadan kaldırılacak kadar önem arz ediyorlar mı? Beklerken, görmeye çalışalım:
Lafzından olmak üzere, kafalarda karışıklığa yol açacağını umduğumuz söz konusu Kanun ‘un, barındırdığı esneklikle birçok eleştiriye açık olduğuna tanık oluyoruz. Şeytanın gör dediği noktalara naçizane dikkat çekerek farkındalık yakaladığımıza kanaat getirdiğimiz konular üzerindeki düşüncelerimizi beyan ve ifade ederek paylaşıyoruz.
Bunun için 7491 SAYILI KANUN ‘un özellik arz eden, KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNUN DA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER olarak nitelenen aşağıya alıntıladığım kanun maddelerine sıralı olarak bir bakalım.
“ 7491 SK MADDE 30- 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 29’uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
“ç) Vergi kesintisi yapmakla sorumlu tutulanlar tarafından sorumlu sıfatıyla beyan edilerek ödenen katma değer vergisi,”
YÜRÜRLÜK: 01/01/2024 ”
İlgimize mazhar olan bu Kanun ‘un 30 uncu maddesinde yapılan değişiklik sonucunda, vergi kesintisi yapanların söz konusu vergileri indirim konusu yapabilmeleri için bu vergileri ödemeleri gerekmektedir.
Söz konusu Kanun Maddesine göre geneli ilgilendirmeyen bu durum yukarıda bahsini ettiğim gibi bazı sektörleri zora sokmaktadır. Yani bir başka ifadeyle sadece iade alacak firmaları ilgilendiriyor.
Dolayısıyla iade alacak firmaların düşünmesi gereken değişiklik, bir nevi mali sistemin henüz tahsil etmediği KDV ‘nin iadesini yapıyordu. Değişen ne oldu?
An itibariyle Katma Değer Vergisi 29/1-ç ile yapılan düzenlemeyle, artık ilgili firmalar sorumlu sıfatıyla beyan edilen vergileri ödenmeden KDV-1 beyannamesinde indirilmesi imkânı ortadan kaldırılmıştır.
Ta ki tevkif edilen verginin ödendiği tarihe kadar. Yani ne zaman ödenirse o tarihteki ayın 1 nolu KDV beyanında indirim yapılır. Buraya kadar bir şekilde maddenin okur yazarlığında sıkıntı yok gibi görünse de asıl sorun bundan sonra başladığının altını çizelim. Hatta yürürlük tarihinde bile sürecin hatalı olduğuna dair emareler kanaatimce mevcuttur.
- 01./01/2024 yürürlük tarihi ile başlangıç ayı arasında Gelir İdaresi Başkanlığı(GİB)‘nın Vergi Takvimi uyum içinde görünmüyor. Bize göre Aralık/2023 döneminden başlaması gereken ilk beyan dönemi(Aralık/2023 Dönemi KDV-2 Beyannamesi Ocak/2024 tarihinde verilmekte) izleyen ayın 21 ine kadar olup, 23 üne kadar da ödenmesi gerekmektedir.
Oysa GİB Vergi Takviminde Aralık/2023 KDV-2 Beyanının 29/Ocak tarihine kadar verilebileceğini görmekteyiz ki, ileriki zamanlarda eleştiri konusu olacağı kanaatindeyiz. - Bir başka durum ise, Kanun Maddesinin lafzında olmayan bir durumla karşılaşıyoruz. Şöyle ki;
Yine Vergi Takvimini referans alırsak, Şubat/2024 döneminde ödenen tevkif edilen vergi, madem ödendiği ayda KDV-1 Beyanında indiriliyorsa, o zaman başlangıç ayı olarak kabul edilen Ocak/2024 Beyan Dönemi değil, bize göre, Şubat/2024 KDV-1 Beyannamesi olması gerekmiyor muydu? - Başka bir senaryo gereği Mükellef 23 üne kadar ödeyemedi ve veya 26-27-28’inde ödediğini varsayalım. Konunun takibi nasıl olacak ve bu takip sonucu ödemeler KDV-1 Beyanı ile aynı süre içinde ödenirse, beyannamelerin elektronik sistemde yapacağı kasılmayı, GİB ‘in nasıl aşacağı merak konusu yapmaktadır. Gelecek aylarda ödemesi yapılan bu tevkif edilen vergilerin yine takibi tartışmalara açıktır.
Söz konusu Kanun’un 31,32 ve 33’üncü maddeleri ile 3065 sayılı Kanun’un 29,36,41 ve 46’ncı maddelerinde yapılan değişiklikler ise sırasıyla aşağıda verilmiştir:
7491 SK MADDE 31- 3065 sayılı Kanunun 36’ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “indirim hakkını” ibaresi “indirim veya iade hakkını”, “indirim hakkı” ibaresi “indirim veya iade hakkı” şeklinde değiştirilmiştir.”
YÜRÜRLÜK: 01/01/2024
7491 SK MADDE 32- 3065 sayılı Kanunun 41’inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “ve vergi kesintisi yapmakla sorumlu tutulanlar” ibaresi madde metninden çıkarılmış, bu fıkrada yer alan “akşamına kadar” ibaresinden sonra gelmek üzere “, vergi kesintisi yapmakla sorumlu tutulanlar Katma Değer Vergisi beyannamelerini, vergilendirme dönemini takip eden ayın YİRMİBİRİNCİ günü akşamına kadar” ibaresi eklenmiştir.
YÜRÜRLÜK: 01/01/2024
7491 SK MADDE 33- 3065 sayılı Kanunun 46 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “ile vergi kesmekle sorumlu tutulanlar,” ibaresi madde metninden çıkartılmış, bu fıkrada yer alan “akşamına kadar” ibaresinden sonra gelmek üzere”, vergi kesintisi yapmakla sorumlu tutulanlar Katma Değer Vergisi beyannamelerini vergilendirme dönemini takibeden ayın YİRMİÜÇÜNCÜ günü akşamına kadar” ibaresi eklenmiştir.
YÜRÜRLÜK: 01/01/2024
Maddelerden de anlaşılacağı üzere;
a-) KDV iade hakkını kısmen veya tamamen kaldırmaya ve bu şekilde iade hakkı kısıtlanan mal veya hizmetleri belirlemeye Cumhurbaşkanı yetkilendiriliyor;
b-) Mükellefler önce 2 nolu beyannamesini takip eden ayın 21’i akşamına kadar beyan edecekler,
c-) Yine Mükellefler tevkif edilen vergileri izleyen ayın 23’ü akşamına kadar da ödeyeceklerdir.
Sonuç olarak, Meslek Mensupları olarak, ayın 23 üne kadar KDV Beyannamelerini veremiyoruz!
Mükellef teveccühü hariç.
Saygılarımla.
ÖNEMLİ NOT: Çok yakın zamanda söz konusu 3065/29-ç ile alakalı SİRKÜLER yayınlanarak, bilinen tarihlerin öteleneceğini kulis bilgisi olarak verebilirim. Umarım açık ve net bir SİRKÜLER olur.
7491 sayılı Kanun
İSMMMO-Bazı Vergi Kanunların Da Yapılan Değişiklikler Rehberi
(7491 Sayılı Kanun)
BAĞIMSIZ DENETİMDE YENİ BİR YETKİLENDİRME SINAVI: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK), Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartlarını belirlemeye ve yayımlamaya 04 Haziran 2022 tarihinde yetkili kılınmıştır.
Dünyamız var oluşundan bu yana üzerinde yaşayan canlılarla birlikte evrimler geçirerek yeni yeni uyanımlar eşiğinde çağ açıp, çağ kapatarak günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır. Kadim tarihte ekonomi ilminin teorilerle betimlenerek insanların gelecek hakkında planlamalarını ön görmeye başladıkları anlar henüz ortada yoktu. Sıradan bir hayatta kalma hali doğal kabul ediliyordu. Haliyle her şey kendi doğal akışında devam ederken, insanlık henüz ihtiyaçların doğa tarafından karşılanamayacağı savının sonuçlarıyla uğraşmıyordu. Bilinmeyen bir dünya, kim bilir sonsuzluğa işaret ederken fuzuli yüklenmelerden yorgunluklara kapalı kalmışlardır!
Öyle ki milat olarak mülkiyeti muhafaza güdüsüyle göçerlikten yerleşik hayata geçen insanlık, sınırsız yaşam alanlarını bırakarak, artık sahiplik duygusunda ayrıştığı otonom bölgelerinde, adalet kavramı üzerinden normlar arasında bir düzen mücadelesine girmiştir.
Bunun sonucunda hoyratça bir taksim ile üretim kaynaklarının tüketilmesi, elbette kurulu dünya devletleri arasında önlem alma zorunluluğunu tetiklemiştir. Nihayet geldiğimiz noktada sınırsız insan ihtiyaçlarının sınırlı yani kıt imkânlarla telafisi olarak açıklayabileceğimiz iktisadi terimler hayatımıza girmiş ve hem günümüzü hem de geleceğimizi kurtarma yolları aramaya başlamış bulunmaktayız.
Peki, ihtiyaçlar ile kaynaklar arasında bir uyumsuzluk mu var?
İhtiyaçların, insan arzuları üzerinden yükseldikçe her şeye sahip olma isteğinin dizginlenemediği duygusal tüm veriler gösteriyor ki, kaynaklar (Emek, Doğal Kaynak, Sermaye) arasında olumsuz bir ilişki vardır. Uyumsuzdur.
“Kıtlık Kanunu” dünya kaynaklarının sonsuz olmadığına işaret eder.
Bu vesileyle bir başka bakış açısını da yazarak, karamsar düşünmenin eşiğinde nefes aldıkça umudun hep var olduğunu hatırlatmak isterim. Tabi olarak tek başına umut çözüm değildir.
İnsanın zorunlu ihtiyaçlarını göz önüne getirdiğimiz vakit bu ihtiyaçlar sınırlıdır.
Karşılanamaz değildir.
O halde “başta üzerinde yaşadığımız dünya olmak üzere, insanın çalışarak ulaşacağı evrendeki kaynaklar insanların her türlü ihtiyacını karşılayabilir.” (İslâm iktisadına göre “sonsuz ihtiyaçlar – kıt kaynaklar” yaklaşımı)
Sınırsız olan, insandaki arzular ve bu arzuların neticesi ihtiyaçlardır.
Ancak canlılar dünyasının efendisi olarak akıl ve zekâ gibi donanımları ile insanlık, çok da uzun zaman önce olmamasına rağmen durumun farkındalığına uyanarak; geleceğin kötü yaşam koşullarını ortadan kaldıracak çözüm ve öneri tedbirlerini sıraladığı standartlar üst başlığı ile yeni bir zorunlu alan açarak ivedilikle çalışmalara başlamıştır.
Söz konusu çalışmaların amacı tabi olarak ihtiyaçların karşılanabilmesi çerçevesinde, yeniden bir dünya yaratmak değil; aksine var olun dünyamızın kötüye doğru gidişini yavaşlatarak evrende yeni hayat sahalarını bulana kadar olan sürece hizmet etmektir.
Bu sebeple çokça iklim değişikliği olarak bildiğimiz, doğanın dengesini alt üst eden olağandışı unsurlar karşısında ilk olarak;
“küresel ısınma ve sera gazı salınım oranlarını azaltarak, yeryüzü iklimini daha bir yaşanır hale getirebilmek amacıyla, 197 ülkenin katılımında gerçekleştirilen 03 Kasım 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansında (COP26); Uluslararası Muhasebe Standartları Vakfı tarafından Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulunun (ISSB) kurulduğu ilan edilmiş ve bu sayede her geçen gün önemi artmakta olan sürdürülebilirlik raporlaması kurumsal ve küresel bir geçerlilik kazanmıştır.”
Ne yazık ki teknolojik gelişim ve üst üste gelen reformist hareketlerle milat olarak kabul edeceğimiz Endüstri Devrimi bugüne kadar süregelen hızlı etkisiyle dünyanın sıcaklığını 0.9 derece arttırdığı gibi; mutlak önlem alma yönünde söz sahibi tüm ülkeleri harekete geçirerek, değişimi hayatlarımıza dâhil etmemize sebep olmuştur.
Nedir bu dünyamızı tehdit eden Sürdürülebilirlik kavramı?
Son zamanların en çok duyulan ve üzerinde konuşulan sürdürülebilirlik temel olarak, iktisat ilminin öğretisi olan, geleceğe dönük olarak alınacak tedbirler sayesinde hem günümüz hem de atide ihtiyaçların karşılama kabiliyeti olarak tanımlayabiliriz. Öznel olarak ele aldığımızda kaynakların sınırlı olduğu sonucu ile bu kaynakların orta vadeli planlardan ziyade daha uzun vadeli planlar çerçevesinde akıllıca değerlendirilmesi esas alınmalıdır.
Şirket kuruluş ve örgütlenmesiyle faaliyet konuları arasındaki Sürdürülebilirlik ilişkisi:
Söz konusu durumun farkındalığı ve bu duruma karşı duyarlı olunmaya başlanılması o kadar uzun yılları değildir. Fakat uzun yıllardır şirketlerin her türlü performansının değerlendirilmesinde kullanılan finansal tablolar, şirket üzerinde tasarrufu bulunanlara ve yatırım yapmak isteyenlere yeterince bilgi vermediğinden, artık detaylandırmalara ihtiyaç duyulduğu gerçeğini ortaya koymuştur.
Yani “finansal olmayan veriler” artık şirketin olağan akışındadır.
Yetersiz kalınan bu mali tablolar aracılığıyla şirketin bugünü ve yarını hakkında sınırlı ön görüler elde edebiliriz. Finansal olmayan verilere ihtiyaç duyulmasının asıl sebebi, şirketin faaliyet konularının olağan akışı içinde, aynı zamanda çevreci (Yeşil yatırım) ve insana dair (Sorumlu yatırım) geleceğe yönelik alınan tedbirler ve devamlılığa esas riskleri ortadan kaldırmaktır.
Dünyada ve Ülkemizde Sürdürülebilirlik üzerine gelişmeler
Bu durum özellikle Birleşmiş Milletler yapılandırmasında ve diğer çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından da ele alınarak, çeşitli direktifler hazırlanarak kademeli olarak yürürlüğe girecektir.
Avrupa Parlamentosu bu konuda ilk adım olarak kurumsal sürdürülebilirlik raporlaması direktifini 2024 itibarıyla kademeli olarak yürürlükte alacaktır.
Sürdürülebilirlik konusu Ülkemizde de yakından takip edilmekte ve gelişmeler küresel dünya ile eş zamanlı olarak değerlemeye alınmış olup, değişim ve gelişmelere anında karşılık verilmiştir.
Bu vesileyle 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda yapılan değişiklikle Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK), Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartlarını belirlemeye ve yayımlamaya 04 Haziran 2022 tarihinde yetkili kılınmıştır. Akabinde 09 Kasım 2022 tarihinde 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de yapılan değişiklikle; uluslararası standartlarla uyumlu Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartlarını belirlemeye ve yayımlamaya, gerektiğinde değişik işletme büyüklükleri ve sektörler itibarıyla farklı düzenlemeler yapmaya ve bu konularda denetim yapacakları yetkilendirmeye ve gözetime tabi tutmaya KGK yetkili kılınmıştır.
KGK, mevzuat ile alakalı gerekli çalışmaları yaparak hazırlayacakları raporlama standartları sonrasında süreç Ülkemizde başlayacaktır.
Kurumsal Sürdürülebilirlik Denetimi Nasıl yapılır ve Neden Önemlidir? gibi konulara girmeden tüm bu gelişmeler doğrultusunda KGK bünyesinde 28.03.2023 tarihi itibarıyla Sürdürülebilirlik Standartları Dairesi Başkanlığı kurularak faaliyete geçirilmiştir.
Sürdürülebilirlik Standartları Dairesi Başkanlığının görev ve yetkileri aşağıdaki şekildedir:
- Uluslararası standartlarla uyumlu Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartlarının oluşturulmasına ve yayımlanmasına ilişkin çalışmaları yapmak.
- Görev alanıyla ilgili ikincil düzenlemelere yönelik çalışmaları yapmak.
- Mevzuat taslaklarını standartlara uyumu açısından değerlendirmek ve diğer kamu kurumlarının Kurulca onaylanacak düzenlemelerine ilişkin çalışmaları yapmak.
- Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartlarına ilişkin dijital Taksonomi oluşturmak.
- Ulusal ve uluslararası uygulama ve gelişmelerin izlenmesine, uluslararası kuruluşlarla ve diğer ülkelerin ilgili kurumlarıyla iş birliği yapılmasına ve gerektiğinde bu kuruluşlara üye olunmasına ilişkin görev alanıyla ilgili iş ve işlemleri yürütmek.
- Faaliyet alanıyla ilgili olarak sürdürülebilirlik raporlaması yapacak işletmeler bünyesinde söz konusu alanda çalışma yapacak nitelikteki kişilere ilişkin düzenleme yapmak.
- Sürdürülebilirlik raporlamasına ve güvence denetimlerine ilişkin farkındalığı artırmak ve uygulamada yaşanan aksaklıkları gidermek amacıyla uygulama rehberleri oluşturmak, bilgilendirici dokümanlar oluşturmak eğitim, seminer, konferans ve diğer etkinlikleri düzenlemek.
Görev ve yetkilerinden de anlaşılacağı üzere, Sürdürülebilirlik Standartları Daire Başkanlığı, uluslararası alanda kabul gören raporlama ve güvence standartlarının geliştirilmesi ve teşvik edilmesi yoluyla sürdürülebilirlik raporlamasında güveni, karşılaştırılabilirliği ve şeffaflığı artırmak misyonu ve şeffaf ve etkili raporlama yoluyla sürdürülebilir bir geleceği şekillendirmede ön saflarda yer almayı hedefleyen vizyonu şiar edinmiştir.
Ülkemizde Sürdürülebilirlik Standartları Daire Başkanlığının kurulmasıyla süreç devam ederken, 26 Haziran 2023 tarihinde Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (ISSB) tarafından, sermaye piyasaları için sürdürülebilirlikle ilgili açıklamalara ilişkin küresel bir temel sağlamak üzere tasarlanan UFRS Sürdürülebilirlik Açıklama Standartları ilk kez yayımlanmıştır.
Buna göre:
UFRS S1, şirketlerin, kısa, orta ve uzun vadede karşılaştıkları sürdürülebilirlik risklerini ve fırsatlarını bildirmelerini zorunlu kılmaktadır. Standart hükümleri, şirketlerin, yatırımcıların karar vermeleri için ihtiyaç duydukları bilgileri sunmalarını sağlamak üzere tasarlanmıştır.
UFRS S2 ise, iklimle ilgili özel açıklamaları ortaya koymaktadır ve UFRS S1 ile birlikte kullanılmak üzere tasarlanmıştır. Her iki Standart da İklimle İlişkili Finansal Açıklamalar Görev Gücü’nün (TCFD) tavsiyelerine dayanmaktadır.
ISSB ile Kurumumuz arasında yapılan anlaşmaya istinaden söz konusu standartlar en kısa sürede mevzuatımıza kazandırılacaktır.
Sürdürülebilirlik Raporlaması Özel ve Uzmanlık gerektirir
26 Mayıs 2023 Tarihinde Sürdürülebilirlik raporlaması ve sürdürülebilirlik raporlarına yönelik gerçekleştirilecek güvence denetimlerine ilişkin duyuru yayınlayarak, ifadesinde “kaliteli ve güvenilir denetimler yürütülmesinin ön koşulu denetimi üstlenen denetçi ve denetim kuruluşlarının uygun yetki ve yeterliliğe sahip olmasıdır” diye belirtmiştir.
Aynı duyurudan, “finansal raporlamada oluşturulmuş olan güven ortamının sürdürülebilirlik raporlamasında da sağlanması amaçlanmakta ve sürdürülebilirlik güvence denetimlerinin gerekli yetkinlik ve yeterliliğe sahip kişi ve kuruluşlarca yapılması büyük önem arz etmektedir.” Beyan ve ifadesinden “Sürdürülebilirlik raporlamasında yer alan bilgilerin finansal raporlardan farklı olarak özel ve uzmanlık gerektiren bilgiler içermesi sebebiyle yapılacak güvence denetimlerinin gerekli beceri, yetkinlik ve tecrübeye sahip sürdürülebilirlik denetçileri tarafından yerine getirilmesi denetimin kalitesini ve güvenilirliğini olumlu yönde etkileyecektir.” diye beyan ve ifade ederek, var olan:
· Temel Alan
· Sermaye Piyasası,
· Bankacılık,
· Sigortacılık ve Özel Emeklilik.
· Sürdürülebilirlik,
Dört alan üzerine, beşinci alanı işaret ederek duyurmuştur. Şöyle ki;
“sürdürülebilirlik raporlamasına ilişkin yapılacak güvence denetimlerini üstlenebilecek olan denetçilerin bu konuda yetkilendirilebilmeleri adına Kurumumuz tarafından en geç bir yıl içerisinde ayrı bir yetkilendirme sınavı yapılacaktır.”
Yapılacak olan sınavda adaylar genel itibarıyla aşağıdaki konulardan sorumlu olacaklardır:
· Sürdürülebilirlik konusundaki düzenlemeler ile güncel gelişmeler,
· Sürdürülebilirlik raporlaması ile güvence denetimlerine yönelik teorik bilgi,
· Kurum tarafından yayımlanacak Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları ve
· Kurum tarafından yayımlanan ve yayımlanacak olan ilgili Güvence Denetim Standartları ile bunlara ilişkin uygulama rehberleri.
Sonuç olarak;
Sınav öncesinde Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu tarafından resmi sınav duyurusu yapılacak olup sınav tarihi ve sınav konularına ilişkin detaylı bilgi ilan edilecektir.
Saygılarımla. 06.09.2023
Selahattin İpek
Sorumlu Bağımsız Denetçi / Mali Müşavir
bdselahattinipek@gmail.com
Kaynak:
– KGK İnternet Sayfası
“Sürdürülebilirlik” / Mevzuat, İlgili Düzenleme ve Duyurular
POLİTİKA ÇARKIFELEK GİBİ…
Para Politikası Kurulu politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 17,5’ten yüzde 25 düzeyine yükseltilmesine karar vermiştir.
Para Politikası Kurulu politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 17,5’ten yüzde 25 düzeyine yükseltilmesine karar vermiştir.
Peki, neden dibi görmeyi hedefledik de, olmadı? Beğenmeyip tekrar verayı hatırladık. Kuşlar evet ölür, uçmayı hatırlamak lazım.
Ee yapılanların tamamı çöp olmadı mı?
Bu millete yapılan ve veya yapılmış bir zulüm değil mi?
Sorular ve sorgular kafalarda artık sınır tanımıyor.
Ne istediğimizi bilmiyoruz. Dün düşük faiz yaygarasını koparanlar bugün yükselen faiz ile kim kredi alabilir naraları atmaya başladı.
İçerdeki İrlandalılar ihracat yapacağım diye dövizin değerlenmesini isterken, garibanın bu yükselişte kurtulacağı inancında kadere oynuyor. Yapılan ihracat maliyeti oysa üçte iki ithalata dayalı. İç piyasada ayranımız yok içmeye, dış piyasaya gelince ulufe dağıtmak anlaşılır gibi değil. Önümüzde tünelin ucunda bir ışık varsa, bu belki de kurtuluşu değil, ipini koparmış boğa gibi üzerimize gelen bir tren de olabilir.
İyi görüp, doğru bakmamız lazım.
Sonuç olarak; madem faiz artacaktı da, Ülkemiz neden bu halde ve mutsuz, hem de huzursuz?
Nas diyerek muhlis ve munis vatandaşlar kelimelerin gücü karşısında, orantısız olarak enerji ve efor kaybetmediler mi? Hem avare konuşmaların başladığı sıralarda dolar yaklaşık olarak 8₺ değil miydi?
Neyi, neden test etmeye kalktık?
Almanya’da ‘Weimar Cumhuriyeti’ (1918-1929) döneminde ortaya çıkan hiperenflasyonun sonuçları biliniyor. Bugünden tam yüz yıl önce, 1. Dünya Savaşı’ndan mağlup devlet olarak zamanın en kötü şartlarında galip devletlerin baskılaması sonucu, hiperenflasyon ilk defa doğmuş oldu. Yüksek enflasyonun başlangıcı olarak kabul edilebilecek bu olağanüstü ortamda bir dakika da %23 fiyat artışının olduğu bir Almanya örneği akıllara gelmeli. Almanya, Ülkemizin bu zamanlarına çok benzeyen olumsuz ekonomik yapıdan, üretime dayalı kalkınma mucizesiyle çok kısa zamanda nasıl kurtularak toparlanmasını örnek alarak, pratikte bire bir uygulamaya almayı hemen şimdi önemseyerek yapmalıyız.
Dolayısıyla bu halis duygular ile vatanını milletini seven yöneticilerin büyük zahmetler ile ortaya koyduğu irade elbette pratikte devlet insicamını oluşturan her kademesinde aynı özenle uygulanmadığı apaçık ortadır. Ki bunlardan biri kamu harcamalarında tasarruf tedbirleridir.
Ancak kamuda bu tasarruf tedbirlerine uyulmadığı ayan – beyan ortada iken; biz bu toparlanmayı şıhın şeyhin verdiği cennetteki arsalarımızı hayal ederek seyir halimizi inatla korumaktayız.
Başımızı çevirdiğimiz her yerde devlet kisvesine bürünerek, görevini kötücül düşüncelerine alet eden birçok kibirli kamu çalışanına şahitliğimiz mevcut değil midir?
Üstten bakan bir kamu çalışanı sınıfın, halkına Hak için çalışarak hizmet etmesini kimse düşünmez kanaatindeyim. Küçük bir misal vermem gerekirse:
Kamuda tasarruf tedbirlerinin kimlerin elinde nasıl uygulandığını ve algılara kazınan durumundan görelim.
Türkiye’mizin nüfus yoğunluğu bakımından en kalabalık şehri İstanbul ve onun kalbi diyebileceğimiz herkesin yakinen bildiği Taksim’in göbeğinden bahsederek, kamunun tasarruf tedbirlerine uyumunu sorgulayalım.
Bölge de çakra yapan kadınlar, kendilerine görev için tahsis edilen araçların kontağını kapatmadan doyumsuz aç gözleriyle çok yakından izleyen ve erk içinde kendini ilah(!) sanan hercai kolluk kuvvetlerine rağmen işlerine devam etmekteler. Yine ortalık yerlere tezgâh açmış ne idüğü belirsiz karanlık yüzlü göçmen satıcılara göz yuman, sohbet eden(!) ve bunun adına da güya görev yapıyor denilen zabıta görevlileri mi Hak için halka hizmet için çabalayacaklar? Tabi ki kontak yine açık ve devletin ve veya halkın parası egzozdan duman olarak atılmaya devam ederken. (Vicdanı adalet olan ve hırsıza uğursuza aman vermeyenler anlatımlardan aridir.)
Bildiğiniz gibi, her tarafımız yangın yeri iken lokal olarak bahsini ettiğim alan, küçük bir örnek olarak kalıyor.
Unutmadan; kendilerine ait bir gramını dahi kimseye koklatmayan bu asalaklar, devlet malına gelince d*muz gibi davranmayı ne zaman bırakacaklar?
Sordum. Sorgulayacağım.
Sorarak, sorguladıkça muhalefet diyenlere inat; Hak için Halk için muhalifliğin ne kadar önemli olduğunu, hiç değilse kendi yüreğimizi dağlayarak belki de biraz olsun içimizi dökerek hem anlatacağız, hem de anlayacağız(!)
Merhamet dilenciliği yapmadan, karanlıkları her birimiz birer mum gibi aydınlatmalıyız.
Ya yoksa bunca sorun yumağında oynatmamıza az kaldı. Köprüdeki kıssayı bilirsiniz. Hatırlayalım,
Konulan vergilerden ve baskılamalardan vatandaş ne zaman bunalıp delirecek diye kontrole tabi iken, tersine uygulamaları benimseyerek kabullenmiş olmalarını ve muamelenin daha konforlu olmasını istemeleri manidar değil mi? Bu gerçeği bir kenarda askıya alarak tutalım. Lazım olursa köprüye çıkmayasınız diye.
Geleceğimiz için temkinli olmak da fayda var.
Bu zamanda linç yemeyecek kadar alev verdiğimiz kanaatiyle politika faiz oranının yüzde 25 düzeyine yükseltilmesinin, vatana millete hayırlı olmasını temenni ederim.
Saygılarımla. 24.08.2023
Selahattin İpek
Eki: Merkez bankası faiz kararı
https://www.bdturkey.com/merkez-bankasinin-faiz-karari…
Avukatlarda Sahte ve Muhteviyatı İtibari İle Yanıltıcı Staj Dönemi(!)
Yazıyı paylaş "Avukatlarda Sahte ve Muhteviyatı İtibari İle Yanıltıcı Staj Dönemi(!)"
11.06.2022 tarih ve 31863 sayılı Resmi Gazetede 7409 sayılı Avukatlık Kanunu İle Türk Borçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Yayımlanan kanun, özet olarak 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ‘nun 16, 177 ve 180. Maddesinde revizyona gidilerek değiştirilmiştir. Diğer yandan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununa geçici madde eklenerek, konut kiraları bakımından 11.06.2022-01.07.2023 (bu tarih dahil) yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaların bir önceki kira yılına ait kira bedelinin %25’ini geçmemek koşuluyla geçerli olacağına ilişkin düzenleme yapılmıştır.
Yazıyı çok da tekniğe boğmadan sadece 1136 sayılı Avukatlık Kanunu 16. Maddesine eklenen fıkra üzerinden yorumlayarak, görüşlerimi açıklamaya çalışacağım. Neydi bu eklenen fıkra?
Hatırlayalım.
“Avukatlık stajına fiilen engel olmamak şartıyla herhangi bir işte sigortalı olarak çalışılması avukatlık stajının yapılmasına engel değildir. Adli ve idari yargı hâkim ve savcı adayları ile hâkim ve savcılar hariç olmak üzere, kamu kurum ve kuruluşlarının kadro veya pozisyonlarında görev yapanlar da görevleri sırasında avukatlık stajı yapabilir. İlgili birimlerce stajın yapılması konusunda gereken kolaylık sağlanır. Bu fıkraya ilişkin usul ve esaslar Adalet Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikte düzenlenir.”
Bilindiği üzere Hukuk Fakültesinden mezun olanlar avukat unvanı alabilmeleri ve avukatlık mesleğini yapabilmeleri için avukatlık stajını yapmaları gerekmektedir.
O halde yapılan eklenti ile adaletin savunuculuğuna aday olanların; mesleğe giriş aşamasındaki en önemli merhalelerden biri nitelikli staj konusu olduğundan, stajyere etkisi büyüktür.
Fıkra ile avukatlık stajına kanunilik açısından gölge düştüğü kanaatindeyim. Fiilen engel olmamak şartıyla herhangi bir işte sigortalı olarak çalışılması avukatlık stajına engel olmayacağı, hakim ve savcı adayları ile hakim ve savcılar hariç olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapanların avukatlık stajı yapabileceği yönünde düzenleme getirilmiştir. Ki bu maddeye bakarak avukatlık kanununda yapılmaya çalışılan revizyonun en azından mesleki staj bakımından kadük olduğudur.
Dağ, fare doğurdu!
Liyakatin arandığı bir zamanda, esas işinin dışında her türlü sigortalı bir işte çalışan stajyer avukat, sözüm ona pratikte bir serbest avukatlık bürosu veya şirketi nezaretinde öylesine gösterilerek işin inceliklerini öğrenemez. Ancak burada da açıkça anlaşılıyor ki, “öğreniyormuş gibi” yapar.
Dolayısıyla her hangi bir işte çalışarak stajyer avukatlık yapanların meslek ile olan ilgi ve alakaları tartışılmaya açık olacaktır.
Meslekten uzak olan avukatlar dönemi elbette ki, liyakati sorgulatacaktır.
Bu vesile ile konuyu iki başlık halinde görebiliriz.
- Avukatlık şirketleri ve serbest avukatlık büroları dışında her hangi bir işte çalışanlar(işçiler), sözleşmeli personel ve tüm memurlar, avukatlık kanununda yapılan değişiklikle artık staj yapabileceklerdir. Bu bakımdan konuyu ele alacak olursak, tüm memurlar ve çalışanlar için faydalı bir revizyon olduğunu söyleyebiliriz.
- Ancak gerçekten avukatlık bürosunda veya şirketinde stajını yapan ve veya yapacak olan meslek adaylarının usta avukatlarıyla karşı karşıya geleceklerini görememek eleştirel bir durumdur. Tabirimi mazur görürseniz, tamamen bir sahte ve muhteviyatı itibari ile yanıltıcı staj(naylon staj) dönemine girdik diyebiliriz!
Nitelikli bir avukat yetiştirmenin giriş kapısı olan stajyerlik durumu, pratikte asimetrik düşünmenin ve proaktif davranış biçimine ayak uydurabilmenin temelidir.
Bu meslek şartını yerine getirirken Neo-Liberal dünyanın akışına ters olarak stajyer, yaptığı hizmetlerin karşılığında haklarını bilerek ve emeklerinin karşılığını da alması gerekir.
Oysa bu değişiklikle, ücretini almak konusu sıkıntılıdır.
Meslek adayı çalışırken, yanında staj yapılan yani patron statüsünde olanların,
—Ücret vermiyorum / veremiyorum.
—Zaten yapman gerekenleri stajın şartı olarak yapman gerekiyor, dilersen gelmeyebilirsin.
—Gidip başka bir yerde çalışarak ücretini çıkarabilirsin. Kanun buna müsait.
Derse ne olacak? Bireylerin hakkı ve haksızlık üzerinden tahakküm nasıl önlenecek?
Söz konusu Kanun, stajyer avukatlar başlarının çaresine baksınlar, gerekirse başka işte çalışsınlar diyorsa yapacak bir şey yok(!)
Yani kısaca Avukatlık Kanununu da mı sulandırdık? Diye düşünmekten kendimi alamıyorum
Sonuç olarak; 7409 sayılı Kanun 1136 sayılı Avukatlık Kanunu 16. Maddeye eklenti yapılırken teknik olarak, tarafları müşküle düşürmemeliydi(tüm memur ve bir yerde çalışanlar ile sözleşmeli personeller hariç).
Ayrıca bir yıl olan avukatlık stajının, çapraz olarak 6 ayını avukatlık bürosu veya avukatlık şirketlerinde, kalan 6 ayını ise Serbest Muhasebeci Mali Müşavir bürolarında yapılması şeklinde düzenlenseydi nasıl olurdu?
Gerekçesi ise, önümüzdeki zamanlarda vergi mahkemelerinde arabuluculuk ve sorumluluk sözleşme ile Mali Müşavirlerin mükellef yanında GABİN pozisyonundan dolayı vekil olarak bulunmasının önünün açılmasının ivedilikle yapılması gerekmektedir. Mali Hukuk olgusunun muhasebe meslek geleceği için çok önemli bir yeri olacağı varsayımı ile 3568 sayılı Kanun olası revizesi halinde, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler için staj yönetmeliğinin 6. Maddesinde ilgili değişiklikler yapılırken, 1136 sayılı Kanun 16. Maddesi de yeniden değiştirilebilir.
Ne dersiniz?
Muhasebe Meslek Haftası(Mı) ?
Muhasebe, hayaller âlemine açılan en önemli kapılarından olan kadim bir mesleğin icrasıdır.
İddialı bir giriş yaptığımın farkındayım.
Ancak bir ülkenin geleceğini hesap ederek, kalkınmasına katkı sunan bir mesleğin; her anlamda üreten ve tüketen toplumunu dizayn edebilmesi çok kolay değildir.
“Geleceğe değer katan bir meslek” diye tabir ettiğimiz kavramın aslında yaşadığımız günden yarına güvenilen ellerde uygulanmak üzere teslim edilmesinin mana ve ehemmiyetini doğru okumamız gerekmektedir.
Kamu adına hizmet veren meslek insanlarının bu bilinç ile üzerlerinde bulunan ağır yükün altından kalkabilmesi ve görevlerini zamanında eksiksiz yapabilmeleri kuşkusuz çok önemlidir.
Dolayısıyla muhasebe mesleği kendi doğası gereği dünyada önemlilik addedilen meslekler arasında önlerde yer aldığı kesindir. Hatta bu sebepledir ki, dünyada 10 Kasım günü muhasebe(ciler) günü diye atıfta bulunularak kutlanmaktadır.
Elbette 10 Kasım gününü kutlayan ülkelerin bu günü tatil ilan etmeleri ile önemli bir mana yüklemelerinin yanında farklı günlerde tatil ilan etmeden kutlayanların da olduğu bir gerçek.
Peki, Türkiye ‘de muhasebeciler günü neden farklı bir tarihte kutlanıyor?
Bunun en önemli sebebi 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü ‘dür.
10 Kasım 1938 günü saat 09.05 ‘te sonsuzluğa uğurladığımız, Ülkemizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk anısına her yıl tutulan ulusal yastır.
Dünya ile aynı tarihte kutlama yapmamız bu bakımdan mümkün olamaz.
Konu ile alakalı tartışmalara farklı bir boyuttan girerek toparlamaya çalışmak gerekirse; Türkiye ‘de muhasebeciler günü farklı bir tarihte ve kutlanmaya başlandığı 1994 yılında Sakarya’da yapılan Oda Başkanları toplantısında alınan karardan bu yana tartışmalı olarak süregelen bir günü kutlamaktadır.
Ne yazık ki muhasebe camiası kutlama gününde hem fikir olamamış ve içine sindiremediği Mart tarihini kabullenememiş görünmektedir. Burada tıpkı Hasan Aykın ‘ın[1] yazısında belirttiği neden sonuç ilişkisine girmeyeceğim ve fakat Kanunun Resmi Gazete ‘de yayımlandığı Haziran ayı etkinlik ayı olmaması vesilesiyle, önem addedilen günün sönük ve pasif bir kutlama olacağı muhakkaktır.
Böyle bir gerçekliğinde altını çizerek beyan ve ifade etmek isterim.
Her ne kadar gönlüm Haziran döneminde kutlanmasını istemiş olsa da, mantığım ve bir takım doğrular gerçekliğinde Mart döneminin tercih edilmesi gerektiğini görebiliyorum.
Gerekli özen ve ihtimamın verilmesi gereken bu güne sıradanlık gölgesi düşürülmemesi meslek mensupları ve birliğimizin birinci vazifesi olmalıdır.
“Muhasebe Mesleği toplumsal sorumluluktur.”
Neden diye başladığımız olgunun, sonuç ilişkisinde çelişkileri yıkarak, oradan bir hüküm elde ediyorsak, artık illiyet bağı kurulmuş olduğundan bahsedebiliriz. Sorgulayarak elde ettiğimiz ilerleme bize zaferdir. Gerisi gürültüye kuyruk olmaktır.
Dolayısıyla Muhasebe Mesleği ele alınırken, toplumsal sorumluluk kavramının iyi analiz edilmesinde fayda vardır. Mesela işçi sınıfının alın terini korumak bu mesleğin olmazsa olmazı değil midir? Ekonomik tabloların oluşturulması esnasında hem an itibarıyla durum tespiti hem de önümüzdeki ufuk noktasına ulaşmaya gayret ederken izlenecek yolun göstericisi olmak umudu artırmak, atiye olabilecek kelebek etkisini göstermek muhasebeye has bir durumdur. Elimizde var olan fenerin tünelin sonundaki ışığa ulaşmak için alınan yolu aydınlatacağına ve ne kadar meşakkatli ve uzun olabileceğine olan katkısını unutmayalım.
Muhasebe mesleği bu anlamda Ülkemize nefes aldırmaktır. Bu özende olmalıyız.
Martın 1 nci ve 7 nci günü kutlanan MUHASEBE HAFTASI, görünüşte Haziran ayının kutlama için doğru tarih olmasını isteyenler tarafından gerçek sanılmasına yol açan, algı yanılmasından başka bir şey değildir.
Duyularımızın hissettiği belki mesleğin ilk 3568 sayılı Kanun teklifinin kabulü ile üzerinde durduğumuz konunun halli sağlanmış olmuyor.
Bu durum belki de yoğun ve sığ bir düşüncenin meslek üzerindeki olumsuz baskısını artırarak, mensuplarının heyecansız ve sönük kalmasına neden olabilir bu durum. Muhasebe meslek insanları birçok sorunlarıyla mücadele ederken, üzerine anlamsız ve ruhsuz bir günü murat diye kabul ederek kutlaması çok da iyi bir düşünce değil sanıyorum.
Hâlbuki Ülkemizde de “Muhasebe Mesleği” zorlu bir yolculuktan sonra elde edilmiş bir kazanımdır. Kurtuluşunun havai fişeği de çok ama çok uzaklardan görülebilir ve yüreklere dokunabilir olmalı.
Yanılsama bu kutlamanın verilen Kanun teklifinin kabul edildiği, Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik mesleğini düzenleyen ve 13 Haziran 1989 tarihinde yürürlüğe giren gündür. (Kabul Tarihi: 1.6.1989 Yayımlandığı R. Gazete: Tarih: 13.6.1989 Sayı: 20194 )
Fakat asıl olan Meslek Kanunu ‘nun kabul tarihi yerine, Maliye ‘nin “Vergi Haftası” hemen arkasından Muhasebe Haftası olarak bir bağ oluşturulmaya çalışıldığı gün olmasıdır.
Bugünün kabul edilme gerekçeleri teker teker odalarımız ve Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği(TÜRMOB) tarafından iyi anlatılamayarak havada kalmış olabilir. Öncelikle odalar ve üst birlikten oluşan örgütlü bir meslek topluluğunun, “BİZ”e vermiş olduğu yanlış tezahürlerin, misyon ve vizyon bağlamında yeniden yazılarak mesleğin gelişimi ve geleceği adına meslektaşa her türlü platformdan anlatılması gerekmektedir. İzaha ihtiyaç vardır.
Farkındalık çalışmalarının yapılarak muhasebe mesleği ve meslek insanlarının toplum içinde hak ettiği gibi, büyük ve itibarlı bir yerinin olduğunu algı ve duyulara kazıyarak; küçük ve değersiz gösterilmesine hemen şimdi dur demeliyiz.
MESLEĞİMİZİ SEVİYORUZ. MESLEĞİMİZ VE GELECEK ESENLİK GÜNLERİMİZ İÇİN TÜRMOB ‘UN YANINDAYIZ.
Selahattin İPEK – Bağımsız Denetçi
02.03.2022 18:27 Tarihinde lifebursa.com sitesinde yayınlanmıştır.